Fast Money. hakkında şöyle bir eleştiri yazıp yayınladığım livaneli'nin son romanı. bire bir alıntılamak gerekirse - spoiler - orhan kemal roman armağanı alan son ada 2008 romanı ile büyük bir travmayı 184 sayfaya sığdırmayı başaran livaneli çok okumuş, çok görmüş, geçirmiş dinlemiş ve üretmiş bu uğurda sürgün yemiş bir müzisyen, yazar, siyasetçi, sanatçı olarak ne yazık ki çok okumuş, kaşarlanmış kitap çok sever okuru etkisi altına alamıyor. çünkü karşımızdaki alegorik bir roman değil, bir cinayet arkaplanında merak unsuru baskın bir kurmaca. dolayısıyla kitap bitince aklınızda kalan sürükleyici olması. zaten bu oltayı serenad 2011 romanında yutanlar kardeşimin hikayesi’nde ne yazık ki yutmuyor, kaba bir hapmışcasına yutamıyor. çünkü çok okumuş aklında birçok yazardan cümle, sözcük öbeği, fikir, hikaye, kurgu kalmış, bunlarla yetinmeyip düşünceler üretmiş kitap çok severler kardeşimin hikayesi ile bu eserler arasında örtüşmeler, esinlenmeler bulunca geriye sadece kitabın iki unsuru kalıyor merak uyandırıcı olan sürükleyici ve yalın dili. romanın derinlikli çizilmiş, bize siyah, beyaz ve gri tonlarıyla etraflıca tanıtılan tek karakteri var ahmet arslan ki, kendisi zaten romanın baş kahramanı, sinema diliyle başrolü. geri kalan tüm roman kişileri gazeteci kız, cinayete kurban giden arzu kahraman ve onun kadersiz eşi ali kahraman, gündelikçi podimalı hatice hanım ve onun engelli oğlu muharrem ile hiç çalışmayan eşi, işgüzar bakkal, köpek kerberos, kardeş mehmet arslan, tercüman ludmilla ve büyük aşk hristiyan ikonalarının yeryüzü timsali olga yüzeysel kalıyor ya da duyuları yerli yerinde olmasına karşın; aslında bunların üstesinden gelip, hükmeden diktatörü yendiğini söylüyor olsa da; artık ego, dostluk, aşk, nefret, kıskanma, öfke, pişmanlık gibi duygulardan yoksun ahmet arslan bilerek böyle aktarıyor. derinlemesine işlenen bir karakter olarak kurgu mu yoksa gerçek mi oyduğu okura bırakılan ali-arzu kahraman çiftinin çocuklarının bakıcısı svetlana. ufak bir hatırlatma, svetlana üzerinden kısaca bulgar zulmü ve sınırın öte tarafında kalan türklerin çilesi, trakya halkının bulgarlara olan bakışının anlatılması ise söyleyecek toplumsal bir mesajım var kaygısı değil de nedir? özellikle değinmek istiyorum, çünkü bu konuda merak duygumu bastıramıyorum livaneli reklam kokak satırlar yazmayı ne zaman bırakacak? ünlü markaların bizzat ürünlerinin isimlerini satırlarına konumlandırarak yazması 67 yaşına gelip de popüler kültüre uyum sağlamış bir eski tüfek görüntüsünden çok parasal etkilerden ötürü gibi. yoksa 325 sayfalık bir kurguyu yazmak için bilmem kaç sözcüğü satırlara dizen yazar markanın adını aldığı nesneyi mi yazamayacak? ayakkabı, tablet, araba, votka, viski sözcükleri ne güne duruyor? unutulan birkaç ürün için anlaşma sağlanamamış galiba dizüstü bilgisayar, soğuk bira, hava derecesine göre giyilen gömlek-pantolon-ayakkabılar, cep telefonu, ses kayıt cihazı, çanta, jandarmanın pikabı... satırlarda firma isimleri ve ürünlerinin markalarını kullanmak baş kahramanın okumayıp burnunu kıvırdığı o boyalı basın, gazetelerin havalı köşe yazarlarının parasal ilişkilerle köşelerine taşıdığı, ürün, marka, mekan, kişiyi öven, tanıtan, göklere çıkartıp okur kitlesine pazarlayan ama kıyısında köşesinde bu bir reklamdır ibaresi bulunmayan ama basbayağı reklam ve tanıtım kokan haberlerine benzemiş. günümüzün vazgeçilmezi diziler bile başlamadan önce uyarıyorlar seyredeceğiniz bu programda ürün yerleştirme reklamı yapılmaktadır. kısacası ne yaman bir çelişkidir bu böyle! son ada romanında böyle bir şey çıkmazken okurun karşısına serenad ile başlayan satır aralarında marka/ürün yerleştirme gördüğümüz kadarı ile kardeşimin hikayesi romanında zirveye ulaşmış. tamam yazar çağı yakalamalı, içinde yaşadığı zaman ve mekanı, gelişmeleri satırlara taşıyıp kurgusunu bu kaynak ve ya çöplükten besleyerek oluşturmalı. kısaca zamanın ruhunu yakalamalı. ama kölesi de olmamalı.”para denilen şey nesneleri satın alır duyguları değil. duyguları biriktirebilmek için yine parayla satın aldığımız kitapları okumalı, edebiyata sığınmalıyız.” tam olarak olmasa da böyle bir cümle vardı kitapta, sayfaları karıştırdım ama bulamadım. kitap agatha christie’nin cinayet romanları, yasunari kavabata’nın uykuda sevilen kızlar ve bu romana güzelleme yapan gabriel garcia marquez’in benim hüzünlü orospularım, vedat türkali’nin kayıp romanlar ve yazarın kendi eseri serenad'dan esintiler taşıyor. kavabata, marquez ve türkali’de yaşı geçkin ama içi genç herkesten farklı erkek ile genç, diri vücudu cinsel arzularla dolu ve bir o kadar da bakılanmış, ama erkeğe yabancı bu zamana uygun kadına duyulan gizli istek ve korkak bir aşk benzer bir şekilde kardeşimin hikayesinde karşımıza çıkıyor. her ne kadar ayrı imiş gibi dursa da dört roman benim izlenimlerim bu yönde, her satırda bu üç roman geldi aklıma. nasıl ki marquez’in 90 yaşındaki azgın ihtiyarı 14 yaşındaki delgiadina’sı ile kendince erotik bir oyun oynar, onu seyreder, onu besler, yardım eder ve böylece tatmin olur livaneli’nin romanı kardeşimin hikayesi’nin baş kahramanı ahmet arslan da arzu kahraman cinayetini araştırmak için podima’ya gelip kapısını çalan gazeteci kızdan hoşlanır, onunla kedi-fare oyunu oynar. çünkü bu oyun tek düze hayatına giren tek farklı şeydir, üstelik kendi hayatı da diğer insanlara ya merak ya da saçma derecesine farklı gelmektedir. her iki romanda esinlendiği romanlardan alıntılarla selamlar okurlarını marquez, kavabata’dan, livaneli de intizar hüseyin ve bin bir gece masalları’ndan. zaten ahmet, anlatacak başka hikayesi kurgulayacak başka gerçekliği kalmayınca da gitmeyi seçti ve gitti; tıpkı dinleyecek başka bir hikaye kalmayınca gitmeyi tercih eden gazeteci kız gibi, tıpkı başka sır kabul etmeyen kardeşi mehmet gibi. livaneli her ne kadar ahmet arslan’ın ağzından cinayet romanlarının olay örgüsünü eleştiriyor görünse de pekala onların izinden gidiyor. arzu kahraman cinayeti olayların gelişmesi; dahası ahmet arslan’ın içinde büyüttüğü hikayesini kurgulayarak anlatacağı bir ortam sağlıyor, bu durumdan memnun aslında. bir tek memnun olmadığı an var mehmet’in bir gece ansızın çıkıp gelmesi. bu memnuniyetsizliği de mehmet’in gitmesi ile sona eriyor. artık hikayesini ölü keşişlerden sonra yeryüzünde bir canlı dinleyecek, ortak olacak ve sonrasında devlet bilecek. üç merak unsuru var romanda katil kim? mehmet arslan’ın hikayesi nasıl bitecek? gazeteci kız ile bir ilişkisi olacak mı ahmet arslan’ın? merak fazla sürmüyor, kedi misali ölmüyorsunuz da romanın akıcı dili ve merakı diri tutan anlatımı bir solukta okutuyor kendisini. tek kusuru fazla aceleye gelmiş sonu ve her konuda söyleyecek bir sözünün olması. özellikle de iki kadın arasındaki aşkın tasvirinin, olga’nın güzelliği ve hissettiklerinin açıklanması fazlaca havada kalıyor, okura mehmet’in hissettiği aşkın geçtiği gibi geçmiyor. bunu büyük aşkı yaşayan mehmet’in rusça bilmediği için kendisinde eksik kaldığından satırlara da eksik geçtiğine yoralım ve sözü eşkiya baran’ın sözüyle bitirelim “doğru ya sevdanın karşısında ne önemi var hayatın!” okumaya yeni başlayan biriyseniz çok seviyor, kitap çok okur ve çok sever biriyseniz de gecenin kör yarılarına dek düşünüp sayfalarca eleştiri yazıyorsunuz ve yine de keyifli bir okuma günü geçirdiğiniz için yazara teşekkür ediyorsunuz. roman aşk, para, cinsellik, erkek-kadın ve çevresel ilişkileri, rejimler, savaşlar, bir dönemin yıkılıp yenisinin başlangıcı ve doğurduğu sorunlar, sancılar, parçalanan yaşamlar, geçmişin modasının asla geçmeyeceği, edebiyat, bilim, sanat, duygu ve duyular, hisler üzerine adeta özlü sözlerle, alıntılarla süslenmiş, hemen her konuda söyleyecek bir sözü var. elimden geldiğince kırmızı kopya kalemimle bu satırların altını çizmeye çalıştım. bazı cümlelerde kullanılan kitap, yazar ve roman kahramanı, yer-mekan-zaman isimleri yeni öğrenmelere kapı açar nitelikte. aynı tekniği livaneli serenad romanında da yapmıştı. sanırım sunay akın tarzı bu olsa gerek; zaten serenad’ın sonundaki teşekkür yazısında ismi anılanlardan biri de sunay akın idi. kitabın yayıncısı doğan kitap’a fikri mülkiyeti bende saklı olmak kaydıyla bir öneri romanın e-kitap olarak piyasaya sunulacak kopyasında bahsettiğim bilgiyi genişleten bu katkılı satırlar, isimler, yönlendirmeler tıklanabilir hale getirilmeli. o zaman okur etkileşimli bir okuma deneyimi yaşayacak, öğrenme anında gerçekleştiği için kitap ve yazarla bütünleşerek okuma eylemini zenginleştirecektir. livaneli son ada ve serenad romanlarında sürdürdüğü bu satır içi “çok şey biliyorum, okudum, dinledim, gezdim, gördüm, ürettim sen de bil bunları, payın al bu satırlardan” oyununa yaratıcı yazar ekibi desteği sağ olsun kardeşimin hikayesi romanında da devam ediyor. ufak anekdotlarla, küçük hikayelerle serenad’da maximilian wagner ağzından demokrasi dersi verilirken, kardeşimin hikayesi’nde ahmet arslan ağzından aşk, duygular, insanlar, tutum ve davranışları üzerine afili sözler söyleniyor, son ada romanında ise yazar ağzından isyan bayrakları açılıyordu hatırlarsanız zenginleştirdiği bu açıdan bilgilendirici, toy okuru şaşırtıcı oyunu fazla oynamaması şart. yoksa okurda “romana yataklık eden, fon oluşturan tarihsel bir olay ve bundan etkilenen iki aşık, bu olayın geleceği, günümüze ulaşması ve bir aşık, bir anlatıcı, bir araştırıcı... gibi belirli bir şablon bulmuş onun üzerine yazıp duruyor” hissi uyandırır ki, okuru soğutur yazardan ve o kadar çok iyi edebiyatçı var ki, kendisinin de romanında bahsettiği gibi kendisine sıra gelmez diyebilir. bunu yine belirtelim ki sunay akın’ın istanbul, kız kulesi ve nazım hikmet’i birbirine en fazla 6 noktada bağlayıp birleştirmesi ve bu şekilde kitaplar üretmesine benziyor. ufak bir not kitaptaki kediye üç kez şiddet uygulandı hemşirenin sopayla dövmesi, köpeğin kovalaması, çocukların taşlaması, ahmet’in komando bıçağı fırlatması ve bilerek acı çektirildi. aynı şekilde tek kusuru yarım akıllılık olup duygularını akıllı insanlar gibi mantıkla değil gelişmemiş dürtüleriyle yönlendiren engelli muharrem’i baş kahramanın aşağılamasını çok yadırgadım. özellikle de kedi! tabii, genel olarak baş kahramanımızın herkese tepeden bakan davranışlarını saymıyorum, karakteri gereği öyleydi, hoş görüyorum. son söz olarak... son beş yıllık üretimine baktığımız da livaneli’nin anı ve köşe yazılarını derlediği kitaplar hariç üç romanını görüyoruz. özellikle orhan kemal roman armağanına layık görülen alegorik ve fantastik bir dille yazılmış son ada romanı serenad ve kardeşimin hikayesi’nin arasından sıyrılsa da serenad'ın da hakkını yemeyelim güncele ulaşamamış karadenizin dibinde karanlıkta yatan bir konuyu gündeme alıp sürükleyici bir dille okura sundu, hem baskı sayısı olarak hem de yeni okur olarak çok sıfırlı sayılara ulaştı. yumuşak, akıcı ve bilgili üslubuyla livaneli, kardeşimin hikayesi romanında kurgunun hayattan daha gerçek olduğunu, gerçeği kurguladığı ve unutmak istediği hatıralarıyla amansız bir aşk acısıyla örülü hikayesi olan yenilmiş, ama bu yenilgisini unutarak yaşayan ve her şeyi hatırlamayan hayattan gönülsüzce emekliye ayrılmış bir insanın hikayesini anlatıyor bir aşk cinayetinin arkaplanında. yine de okuyunuz, kaybedeceğiniz bir şey yok. zira okumak güzeldir, yüce bir erdemdir, her ne kadar hâlâ suç sayılsa da! - spoiler - kaynak sözlükçülerin blogları/mahsus mahal

zülfü livaneli kardeşimin hikayesi sözleri