Monica'yı hatırlarsınız eğer beni takip ediyorsanız, çok değerli psikolog arkadaşım. Kendisiyle her hafta uzun sohbetler yaptığımız bir günümüz var benim hayatım söz konusu olduğunda aslında çok ufak şeyleri birleştirerek çok büyük kaoslar yarattığımı farkettik ve ben konu üzerinde kendime ve çevreme uzaktan
Daha doğrusu yazamayacağım. Çünkü içimdekilerden başka hayatım yok. Başlangıçta İstanbul’a alışmakta zorlanır Orhan Veli. İstanbul O’nu sıkmaktadır. Yahya Kemal için Ankara’nın en güzel tarafı İstanbul’a dönüşleri iken; Orhan Veli İstanbul’a gelmek mecburiyetinde kaldığı için müteessirdir
Birçok kız gibi. Ve evet erkeklerin bunu pek önemsemediğinin de farkındayım. Çünkü onların ''diğerleri'' var. Biz kızlar çoğunluk olarak sağdığızdır. Hayatımızda bir erkek varsa, bir erkek vardır. Ve hep onunla konuşmak, onunla olmak isteriz. Aynı zamanda gururluyuzdurda. Bir erkeğin peşinden koşmayız. Onun bizim
Cinselanlamda da birbirimize yetiyoruz. Bundan 2 yıl önce olsu bu anlatacağım olay. Eşim sürekli hadi fantazi yapalım derdi ilişki esnasında. Tabi ben istemez ve reddederdim. Bir zaman sonra itiraz etmemeye başladım. Sanki bende istiyordum. İlişkiye girerken bir başkasını konuşurduk. Bu kişide herhangi birisi olurdu.
Midem ağrıyordu . Hava sıcak olmasına rağmen donuyordum . Dizlerim titriyordu . Onu görmek için geldiğim o meydanda gözlerim onu görmek istemiyordu . Çünkü korkuyordum . Herşeyin benim hayal gücüm olması ihtimalinden korktum . Bütün hayatım boyunca her dinlediğim de beni rahatlatan "El Huervo - Rest" işe yaramıyordu .
Fast Money. Bugün bahsetmek istediğim… Antreman sırasında, öncesinde, sonrasında, canınızın yandığı hareketlerde, bırakma sürecinde, herşeyde unutmamanız gereken, başlarken nasıl bir heyecanla başladığınızı hatırlamak. Herşeyin başı heyecan, önce heyecan duyarız, sonra severiz, sonra tutkuya kapılır, en son hayatımızın parçası ki pek çoğumuzun en çok yaptığı ya da meyilli olduğu davranış, sabretmemek. Bir programa başlarken o sırada duyduğumuz başka program varsa hemen ona, ondan başka programa, hepsini yarım yamalak yapıp, bir anlık hevesimizin, aceleciliğimizin yanlışına düşmek… Tony, “kalite sayıdan daha önemli” der. Bu, bence hangi programı yapıyorsanız yapın, doğru şekilde başladığınız işi bitirmeniz, daha kaliteli bitirmeniz anlamına geliyor. 1 ay Insanity, 1 ay Rev-Abs, 1 Asylum, 1 ay Body Beast… anlık kararlar, anlık düşünceler, anlık hevesler bizi yanlışa sürükler. Oysa öncelikle başladığınız işi bitirin, heyecanınızı, ısrarınızı sürdürün. Vazgeçmelerin temel sebebi hep daha hızlı, daha çabuk, daha daha daha… Ayrıca zoru görünce kaçmak doğru değil, savaşın! Gerekirse P90X rakibiniz olsun, siz onu yenmeye, hergün güçlenmeye odaklanın. Bugün belki istediğiniz kadar iyi değilsiniz ama yıkılmaz ayakta kalırsanız, yarın karşınızdaki yıkılacaktır! Bahaneleri bir kenara bırakın. Daha doğrusu bahaneleri, spora başlamayanlara bırakın; siz güçlenip değişirken, onlar bahanelerin arkasında sizin bıraktığınız yerde kalmaya devam edecektir. P90X gibi ekstrem bir programa başlamaya karar vererek zaten çevrenizdekilerden farklı bir sürece girdiniz. Odaklanın, yapabilir miyim, ağırlığı azaltsam mı demeyin, yapın! Ben bayanım, benim yaşım genç, ben yaşlıyım, ben hastayım, ben öğrenciyim, ben şuyum, ben buyumlardan vazgeçin. Siz artık P90X’e başladınız ve bundan sonra hayatınız çok farklı olacak. P90X’e ilk başladığımda çevremde, ailemde “işte kendince spor yapıyor” diye düşünüyorlardı. Doğru beslenmek aslında çok zor, çevrende baskı ve genellikle senin yemek istemediğin beslenme çeşitleri var. Ama yılmadım, ben değil onlar değişti! Ve bugün evdeki sistem sağlıklı beslenmek üzerine kurulu. Ya da spor yaptığım saatler misafir kabul edilmiyor ve ailem rahatsız etmiyor. Sadece değişim bu değil; terlerken siz nefes nefese acı içinde olabilirsiniz ama ter vücudun akıttığı gözyaşlarıdır. Tony’nin dediği gibi vücudumuz dış etmenlere karşı hazırlıklı olmalı. Bir keresinde Barfiks aletinin yanlış bir hareketimle zorlamamla elimde kalması sonucu belimin üstüne düştüm ama “Back” antremanları sayesinde hissetmedim, kalktım ve bıraktığım yerden devam ettim! Bugünden sonra tek baheneniz olsun, o da şu anda P90X yapıyorum. Aykut Hoca programı bitiren ve Sertifikalı Koç, onun amacı Türkiye’de P90X yapan en iyi vücuda sahip olmak değil, başkalarına yardım etmek. Onun yaptığından daha iyisini yapmak, bu hepimizin amacı. Çıtayı ileriye götürmek, kardeşlerimize, abilerimize yaptığımız hataları yapmalarını engellemek. Aslında yardım etmek kadar motive edici bir şey olamaz. Ben tek başıma antreman yapmıyorum, karşımda Pam, Tony, Dreya… Yanımda Koç Aykut, Metehan ve diğerleri… Adeta artık bunu sadece kendimiz için değil tüm P90X ailesini düşünerek yapıyoruz. Peki… Özellikeri ortaya çıkarma zamanı gelmedi mi? Neler yapabileceklerinizi kendinize gösterme zamanı gelmedi mi? Kendinizi kendinize ispatlama zamanı gelmedi mi? Sınırları zorlama zamanı gelmedi mi? P90X’i yapması zor, yapamazsın gibi tabuları yıkma zamanı gelmedi mi? Maestro olma zamanınız gelmedi mi? Gücünüzü, kuvvetinizi, kondisyonunuzu gösterme zamanınız gelmedi mi? Çıtayı yükseltme zamanı gelmedi mi? Baştan aşağı yenilenme, ayağa kalkma zamanı gelmedi mi? Vücudunuzda istemediğiniz yağlara savaş açma zamanı gelmedi mi? Geldiyse neden hala PC başındasın… Hadi kalk, P90X zamanı! Yok gelmediyse, otur PC başında, resimlere videolara bakarak başkalarının başarılarına imrenmekle yetin! Değiştirme hyatını! Ben ise P90X yapmaya gidiyorum. Gerekirse acı çekmeye, limitlerimi zorlamaya, ter atmaya… Çünkü bu benim hayatım…
Öpüşme - yatak sahnelerinde NE HİSSEDİYORSUN.. Akşam yazarı Sevim Gözay’ın Pelin Batu röportajı Akşam yazarı Sevim Gözay, oyuncu Pelin Batu’ya hakkında merak edilenleri KONUSUNDA ÇOK APTALIMKonuğum, beyazperdenin en özel yüzlerinden Pelin Batu. Magazinden uzak işlerde yer aldığı halde sık sık medyatik tartışmalarla gündeme gelen Pelin Batu’yla Gezi Pastanesi’nde buluştuk, iş ve özel hayatıyla ilgili son dönemde konuşulan ne varsa ortaya döktük. Yakın zamanda ayrıldığı ünlü köşe yazarı sevgilisinin ismini anmadık ama anlayana sivrisinek saz... Amacım sizlere güzel bir hafta sonu buluşması sunmak. Buyursunlar...Sabah eline ilk aldığın gazete hangisi? Radikal, hala Radikal... Nereden başlıyorsun okumaya? Birinci sayfaya haliyle bakıyorum, ondan sonra Nedret Erdoğdu’ya dönüyorum; bulmaca gülüyor, çok seviyorum. En sevdiğim yazar hala Yıldırım Türker, yazmışsa direkt ona dalıyorum. İtiraf edeyim, alışkanlıklarına çok bağlı bir insanım ve aslında Radikal’i tamamen alışkanlıktan alıyorum. Çünkü o gazetede artık faşist diyebileceğin yazarlar da var, darbeci diyebileceğin yazarlar da, Başbakan’ın şakşakçısı diyebileceğin yazarlar da... İsmine yakışmayan şeyler var. Başka kimleri okuyorsun? ’Ne yazmış diye muhakkak bakarım’ dediğin yazarlar kimler? Yok. Bir tek Yıldırım Türker. Gerçekten mi? Çünkü haber okumayı seviyorum ben. Birisinin yorumunu çok da merak ettiğimi söyleyemem. Sinemada da öyle mesela... Filmi izlemediysem sinema yazılarını asla okumam. O başka birinin bakış açısı, halbuki benim bir bakış açım var... ’Issız Adam’ı izledin mi? İzlemedim. Konsepti biliyorsun ama... Bilmemek mümkün değil gülüyor. Artık bir tür adamın ismi oldu; bağlanma güçlüğü çeken, çekip giden, ilişkide kalamayan vs. adamların ismi bu. Ve yaşadığımız zamandan mı, yaşadığımız yerden mi, her ne hikmetse bir sürü kadının başı dertte bu ıssız adamlarla... Bir sürü adamın da ıssız kadınlarla... Nostalji hastalığına tutulup da ’eskiler çok daha güzeldi’ demek istemiyorum. Ama eskiden her şeyin çok daha zor elde edildiğini biliyoruz. Artık hepimizin hayatında iş, kariyer, ego o kadar önemli ki; karşındakine özen göstermek, itinayla yaklaşmak, birazcık incelik bile fazla geliyor gibi geliyor... Ben de bunları göremeyince kaçıyorum. Çünkü mesela bir arkadaşım vardı, inanılmaz lüks bir araba almıştı ve o arabanın hiç değerini bilmiyordu. Bilemezdi de... Çünkü onun için hiç uğraşmadı, çalışmadı. İlişkilerde de, uğraşmayınca değerini bilmemeye başlıyorsun ve o zaman kendi değerin de kayboluyor. Peki, sen bir adama baktığında gözünden anlar mısın ıslı mı, ıssız mı olduğunu? Hiçbir şey anlamam... Çok aptalım o konuda gülüyor. Hayda, niye? Sadece adam değil kadınlarda da, kaç defa başıma geldi. Mesela annem, kardeşim, yakınımdaki birkaç arkadaşım hep bana, ’insanlara çok güveniyorsun hiçbir şey anlamıyorsun’ derler. Çok direnirim, ’yanlış biliyorsam da önemli değil ben hata etmiş olayım, kendi karakterimi bozmayacağım’ derim ama sonra onların dediği doğru çıkar yüzde 99,9 gülüyor. Ve kendime kızarım, niye onları dinlemedim diye... Bir erkekte seni cezbeden nedir? Ruh ikizini arayanlardan mısın mesela?Hayır. Öyle bir arayış içinde hiç olmadım. Beş sene önce ince ruhlu, detaylara önem veren, narin, kırılgan, duygusal falan böyle tarifler yapıyordum... Sonra bir baktım gülüyor... Bunların hiçbirisi olmadı. Hatta olanlar çekici gelmedi. Çünkü kendime çok benzeyen birisi olunca sıkılıyorum. O yüzden artık tanım falan yapmıyorum. Peki, ayrılınca arkadaş kalabilenlerden misin, yoksa bittiyse tam bitirenlerden mi? Bilmiyorum, o konuda kafam karışık. İdeal olarak, arkadaş kalalım diye düşünüyordum ama... Becerebilir misin? Emin değilim. Düşman gibi olmak tabii ki çok kötü. Çünkü bir sürü şey yaşamışsın, niye kaçacaksın ya da kötü davranacaksın? Öte yandan bir şeyler yaşanmış ve bitmişse, niye bunu ille deşip ille arkadaş olmaya çalışacaksın? Daha öncesine bakınca çok da arkadaş kalmadığımı görüyorum ama karşılaştığımda da gayet güzel sohbet edebiliyorum. Yolunu değiştirmiyorsun yani... Yok, gerek yok onlara. Ama genelleme de yapmamak lazım. Karşındakine göre değişiyor. NE YAŞADIĞIM BENİ İLGİLENDİRİR En son özel hayatınla gündeme geldin... Bu olayda seni en çok rahatsız eden ne oldu? Hiçbir zaman özel hayatımla ilgili beyanatlarda bulunmadım. Çünkü bu benim hayatım ve kimseyi de ilgilendirmiyor. Benim için bu kadar mahrem bir şeyin insanlara böyle salata olması beni çok rahatsız ediyor. Hani hep derler ya, ’show business bu, hayatının bir parçası, buna alış’... Halbuki böyle şeyler olunca ben ’doğru mesleği mi seçtim’ diye sorgulamaya başlıyorum. Çünkü hakikaten nefret ediyorum. Ben bir şey yaşamışım iyisiyle kötüsüyle, başlamış bitmiş, bunlar beni ilgilendirir. Ama gazeteyi bir açıyorsunuz ve orada dedikodu haberlerinin bir parçasısın... Konuyla ilgili yazanlardan birisi olarak soruyorum, seni üzenlerden oldum mu o günlerde? Hayır olmadın. Çünkü yazının niyeti çok önemli. Onu da hissediyorsun. Mesela birkaç hafta önce bir gazetede bir yazı çıktı; kardeşimle çıplak dolaşmam güya, yok sabah kalkarım ilk iş şiir çeviririm falan... Bölük pörçük bir yerlerden alıp saldırmak çok kolay kötü niyetli olunca... İnsanı üzüyor ama sonra hatırlatıyorum kendime; bu bir köşe ve bir çöp parçası aynı zamanda. Yani 12 saat sonra yok. Evet, artık internet çağındayız ama gerçekten kendimi eğittiğimi düşünüyorum. Daha dirençliyim. Çok merak ediyorum; oyunculukta, öpüşme ya da yatak sahnelerinde ne hissediyor insan? Ah, kabus gibi! Gerçekten çok zor... Çünkü aşık olmadığın ve hiçbir şey hissetmediğin bir insanın gözünün içine bakıp; gözler hakikaten çok şey gösteriyor ve belli ediyor... Gözünün içinde şimşekler olması lazım. Öpüşürken gerçekten iyi olması, doğal olması ve içten gelmesi lazım, nasıl olacak? Gülüyoruz Nasıl oluyor? Ben genellikle gözlerimi kapatıyorum ve aşık olduğum insanı düşünüyorum. Stanislavski’nin bir tekniği vardır, eminim başka oyuncuların da çok işine yarıyordur; karşındakini başka bir insan gibi düşünmek... Başka bir resim yapıştırıyorsun ve işe yarıyor! Ama çok tercih etmiyorum o tür sahneleri. Neden? O anın zorluğundan değil, profesyoneliz, yapıyoruz... İki sevgilinin hayatı anlatılıyorsa tabii ki öpüşülebilir, tabii ki bunlar sevişebilir çok doğal. Bunların sorgulanması bile çok ilkel. Ama o sahnenin bir de sonrası var, asıl can sıkıcı olan da o. Medyada nasıl büyütüldüğü mü? Evet. Yani filmin tanıtımını yapmaya çalışıyorsan yanlış. Çünkü filme de yaramıyor. İnsanlar birisi öpüşüyor diye bir filme niye gitsinler ki? Hele bu çağda... HAYATIMIZ PEMBE DİZİ Magazinel işler yapmıyorsun, öyle davranmıyorsun ama çok sık magazin haberlerine konu oluyorsun. Neden böyle? Hepimizin hayatı biraz ’pembe dizi’ gibi olmuş gibi geliyor bana. Ama ben hakikaten nefret ediyorum. Tamam, işlerini yapıyorlar saygı duyuyorum ama kameraya gülümseyip, sempatik şeyler söylemek gelmiyor içimden. Sonra bakıyorum habere mesela, yanımda kim olursa olsun ’yeni sevgili adayı’ oluyor. Kardeşimle ilgili bile bir sürü haber yaptılar, insan o kadar zıvanadan çıkıyor ki... Geçen sene bir röportajımda saçma sapan cümleler çıkmıştı, benim ima etmediğim, yanlış algılanan şeyler... ’Evde çıplak gezeriz’ meselesi mi? Evet. Hala bunu duyuyorum ve insan deliriyor. Nereden çıkmıştı o? Kardeşimle çok yakınız, birbirimize karşı çıplak olabiliyoruz tarzında bir şey, o hale geldi. Kaza yani? Evet. Gerçi ben buna alışığım, yıllardır bu işi yapıyorum ve kaç defa bu tür şeyler geldi başıma... Tamam, kaza olur ama bunu bir sene sürdürmek ne? Hadise ile ilgili olarak da ’Popo sallayan kadın görmekten sıkıldım’ demiştin, değil mi? Ona da üzüldüm. Çünkü ben kimseye laf atmayı seven biri değilim özellikle. Reha Muhtar’ın programına katılmıştım ve orada çıktı... ’O kendi poposuna baksın’ diye karşılık verenler oldu, kıskançlıktan söylemişsin gibi? Sanıyorum medyada ’polemik olmazsa yoksun’ gibi bir durum var. Köşe yazarları başkalarına laf atarak köşelerini koruyorlar. Sanat camiası içinde olanlar birbirlerine laf atarak var oluyorlar ve bazen istemeden de olsa böyle şeyler oluyor. Ki programda da söyledim, özellikle Hadise’ye asla saldırmak istemezdim, bence çok profesyonel ve başarılı. Ama biz Eurovision’u neden bu kadar ciddiye alıyoruz ve milli gurur meselesi haline getiriyoruz? Benim dert edindiğim oydu. İkincisi, müzik kanalları... Bakıyorsunuz hepsi aynı. Popo sallama meselesi oradan çıktı zaten. Aynı dans figürleri, aynı kıyafetler, aynı tipler... Ailen nasıl tepki gösteriyor magazinel konularla ön planda olmana? ’Boş ver üzülme’ mi diyorlar, yoksa bir şeyler yapıp düzeltmeni mi istiyorlar? Onlar benden çok daha rahatlar. Çok şanslıyım. Çünkü ben çok kafaya takıyorum ama babam da, annem de ’Boşver, bu yarın çöp olacak’ diye bakıyorlar. Öyle de zaten... Bu kadar çok dert varken, insanların bu kadar çok meselesi varken, benim uyduruk haberimle mi ilgilenecekler? Böyle bakmak, bunu unutmamak lazım. Bazen programda düşüp bayılacak gibi oluyorum Tarih programı nasıl gidiyor? Mutlu musun Murat Bardakçı’yla? O kadar çok didişiyoruz ki... Masaların üzerine tırmandığını gördük... Evet, söylemeyeceğini söylediği bir şeyi birden söylemeye kalkınca delirdim tabii. Önemli bir şey değildi ama tarih öğrencisi olarak karizmamı yerle bir edeceğini düşündüğüm için durdurmaya çalıştım, başarılı da oldum. Ama konunun bu kadar da uzayacağını tahmin etmiyordum. Gülüyor Herhalde senin o halin hoşlarına gidiyor? Hep bu olur, ailemde de olur. Çocukmuşum gibi davranılır, koskoca kadınım ama hangi düğmeye basınca nasıl tepki verebileceğimi bildikleri için sanıyorum, insanlar zevk alıyor beni sinirlendirmekten. Yeterince konuşabiliyor musun programda?Oraya girerken şunun farkındaydım; ben edebiyat doktorası yapıyorum, edebiyat mastırı yaptım. Tarih okudum ama tarihçi değilim. Hiçbir zaman da tarihçi olma iddiam yoktu. Bende programa devam etme güdüsünü kamçılayan şu; tarih bana göre, şu tarihte şu olmuştur değil. Çünkü onu açarsınız kitaptan öğrenirsiniz. Herhangi bir lise öğrencisi de bunu yapabilir, tarihe meraklı herhangi biri de yapabilir. Benim derdim bakış açısı. Seni rahatsız eden bir yapı yok programda... Yok ama izleyenler olsun, arkadaşlarım olsun misyon edinmiş vaziyetteler. Sanki ben ezilenleri temsil ediyormuşum gibi bir durum var gülüyor.Yönetmeni eleştiriyorlar, seni az gösteriyormuş Öyle mi? Evet, hayranların çok şikayetçi... Onu bilmiyorum. Çünkü kendimi seyretmiyorum. Zaten program 4-5 saat sürüyor, ertesi günü pestilim çıkmış vaziyette uyuyorum. Dolayısıyla ne kadar görünüyorum ne kadar görünmüyorum bilmiyorum. Ama belki bu yönetmene güzel bir mesaj gün Cem Mumcu senin hakkında, ’Pelin ister, program biterdi’ demiş. ’Şimdi sabahlara kadar süren bir program yapıyor, nasıl dayanıyor bilmiyorum’ diyor. Doğru mu bunlar? Kaprisli miydin o programda? Gülüyor Kapris değil hakikaten... Program erken başlıyordu ve birkaç saat sonra hala ne konuşacaksın? İnsanlar da sıkılıyor diye düşünüyorum ve evet uykumun da geldiği doğru. Saatlerce canlı yayından sonra saat 0100 olmuş, yeter, herkes evine gitsin... Şimdi tarih programını soracak olursan, dünyada herhalde örneği yoktur 5-6 saat süren canlı yayın. Bazen sabaha karşı düşüp bayılacak gibi oluyorum gerçekten ama zorluyorum. Aslında şaşırıyorum kendime, ne kadar dayanıklıymışım...
Kimi zaman hayatın kocaman bir atari oyunundan ibaret olduğunun düşüncesine kapılıyorum. Sanki ben elimde bir kumanda ile her şeye yön verip asıl beni unutuyor gibi oluyorum. Oysa her şey bu kadar basit ve kolay olsaydı, hayatımı istediğim gibi şekillendirip yön verebilirdim. Ama istemediğim kabul görmediğim her şey herkes halen var. Öyleyse bu nasıl bir oyun? Oyuncular olaylar değişmedikten sonra ne anlamı kalır ki oyunun. Artık hayatımın kumandasını elime almak için bir adım atmalıydım ve o kumandayı ne pahasına olursa olsun almalıydım. Yıllar önce ilk boşandığı günlerde toplumun bakışı ve baskılayıcı tavırları çok canını acıtıyordu. Hatta uzun bir sessizlik ve içe dönük bir dünyası olmuştu. Herkesten her şeyden uzak yalnızca kendisi ve çocuğu için bir dünya kurmuştu. Tabu ve ön yargıları ile insan hayatına değer veremeyen bir kitle vardı önünde. Boşanmak kişisel bir suç ya da büyük bir günahmış gibi gözü kapalı yargılayanların o tatsız tuzsuz söylemleri iyice yormuştu onu. Bir sabah uyandığında uzun uzun aynaya baktı ve Bu hayat benim öyleyse başkalarının söylemleri beni ilgilendirmemeli Allah katında evlenmek nasıl hak ise boşanmakta haktır’ diye kendini telkin eden bu cümle ile hayata yeniden merhaba dedi. Hepinize tanıdık gelen bu birkaç cümle benim çok yakın tanıdığım kararlarına sadık bir kadının onurlu hayat mücadelesinden küçük bir kesitti. Ve o kadın; her şeye herkese rağmen bildiği inandığı yoldan asla vazgeçmedi. Hayatının kontrolünü eline almayı başardı. Artık kumanda onun ellerindeydi. Tabi bu hiçte kolay olmadı. Bazen güldü, bazen ağladı, bazen yok saydı, bazen yok sayıldı. Ama tüm engellere rağmen inandığı yoldan doğrularından vazgeçmedi. Çünkü karanlığı görmeden aydınlığa çıkılmayacağını biliyordu. Tabularla ön yargılarla baş etmeyi öğrendiği günden beridir, dört mevsim hep baharı yaşadı. Korkularına esir olmaktansa doğru bildiği yolda kararlarına sadık kaldı. Hayatından toplumun ön yargı ve baskıları ile bu iki faktöre neden olan insanları çıkardı. Yok saymayı bildi. Beynine format attı. Çünkü bu hayat onun hayatıydı ve onlar sadece gördüğü kadardı. Beyazın kaderi kirlenmek siyahın kaderi suçlanmak mantığıyla hareket etmek yerine her rengin her olayın güzel yanlarını görmeyi seçti. Dikenlere rağmen gülleri sevmekten vazgeçmedi. Hani bir film vardı. Mutlaka çoğunuz izlemişsinizdir İncir Reçeli.’ Tıpkı incir reçelinde söylendiği gibi asıl beş para etmez sizin değersiz ön yargılarınız. Peki ya namus; sadece kadına mı özgüdür? Oysa ortalıkta bu kadar namustan mahrum insanlar varken. Boşandı diye bir kadına kötü gözle bakan insanlar size tek bir sözüm var sizin kız kardeşinizde bir kadın ve hayatın kime ne göstereceği belli olmaz. İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır hesabı olsun. İğnenin canını yakan tarafı senin ön yargıların. Ve senin bu ön yargıların diğer tarafta bir insanın canını çuvaldızın acısı gibi yakabilir. Türkiye de kadın olmak hele de boşanmış bir kadın olmak gerçekten çok zor. Çünkü ön yargı ve tabulara kafasını gömen bir kitle var karşımızda. Maalesef insanlarımız özellikle boşanmış bir kadına değersizlik, korku vb. gibi negatif düşünceleri empoze etmek için adeta yarışıyorlar bir birleri ile. Çirkin hayat yoktur. O hayatı çirkinleştiren insanlar vardır. Ve hayat bütünlüğü de insanlardan ibarettir. Sözüm meclisten dışarı deyimini tam kullanma zamanım diye düşünüyorum. Benim sözlerim ön yargı ve tabularla şekeri zehir edenlere, saygı ve sevgiyi unutup kötülüğü beynine kazımışlaradır. Artık bu tabu ve ön yargıları bir kenara bırakma vakti gelmedi mi sizce de? Kim ne derse desin doğru bildiğiniz yoldan kararlarınızdan asla vazgeçmeyiniz. Bazen hayatın şifrelerini, insanları çözmek gerçekten çok zor olsa da; bu hayat sizin ve onlar gördüğünüz kadarlar sadece. Hayatınızı sizden başka kimse değiştiremez yönlendiremez. Başkalarının düşünceleri onlar başkaları olduğu sürece sizi ilgilendirmesin. Dinleyin kulak verin ama size hayatınıza karışma cesaretini vermeyin. Kötü mü konuştular, olur olmaz haksızlıklarımı uğrattılar sizi; sadece gülün ve geçin. Unutmayın bu hayat sizin iyisi ile kötüsü ile her şeyiyle sizin. Yaşadığınız her şeyi tecrübeden sayın verdikleri hayat dersleri için onlara teşekkür edin ve yolunuzda ilerleyin. Sevgili Peygamberimiz Veda Hutbesinde;’Kadınlar size Allah’ın bir emanetidir.’ buyurmuştur. Dolayısı ile bu emanete saygılı davranmak herkesin boynunun borcudur. Haftaya görüşmek üzere sevgi ve saygı ile kalınız…
Oluşturulma Tarihi Haziran 19, 2022 0748Oscar, Emmy ve Tony ödüllerini kucaklama şansına erişen 23’üncü kişi olarak, oyunculuğun zirvesi sayılan bu kulübe giren Viola Davis, yeteneklerinin arasına yazarlığı da ekledi. Barbaros Tapan, Davis ile hem oyunculuğunu hem de yeni yazdığı kitabı oyuncu Viola Davis, 2017 yılında “Fences” filmi ile en iyi yardımcı kadın oyuncu’ kategorilerinde hem Oscar hem de Golden Globe ödüllerini kazandı. En çok ödül adaylığı ve en iyi başrol kadın oyuncusu’ ödülü adaylığı alan ilk Afrikalı-Amerikalı kadın olarak Oscar Ödülleri’nde tarihe geçti. “First Lady” dizisindeki Michelle Obama rolüyle ekrana dönen Davis, bu yıl kitabı “Finding Me A Memoir”ı da çıkardı. Başarılı oyuncu, kitabını ve kariyerindeki önemli detayları Barbaros Tapan aracılığı ile Kelebek okurlarına anlattı.* Harika bir kariyeriniz var. Artık özgeçmişinize yazar’ kategorisini de eklediniz. Yazma süreciniz nasıldı?- Süreç çok rahatlatıcıydı. Kitabı yazmaya, varoluşsal bir anlam krizi yaşadığımı hissettiğim pandemi sırasında başladım. Black Lives Matter’ gerçekleşiyordu. Koronavirüs vardı, hakları için savaşanlar vardı. Çok çekişmeli bir seçim yaşadık ve bir anda komşularıma farklı bakmaya başladım. Beyaz meslektaşlarıma farklı bakmaya başladım. Tüm bu sorgulayıcı süreçte, “Ben ne yapıyorum?” dedim. Ve ne zaman varoluşsal bir kriz yaşasam, bu benim için sıfırlama düğmesine basmaktır. Cep telefonunuz bozulduğunda, kapatıp tekrar açın diyorlar. Ben de öyle yaptım. Küçük bir kız olarak kitabımla başa döndüm...* Çocukluğunuz hakkında yazdınız. Yetiştirilme tarzınız bugün olduğunuz kadını nasıl etkiledi?- Geçmişimdeki travma gerçeğine rağmen beni bir savaşçı ve hayatta kalan biri yaptı... Günün sonunda, ağırlıklı olarak beyaz bir toplulukta büyüdüm. Kendime hayran değildim. Kendimi güzel hissetmiyordum. Ama tüm bu duygulara rağmen, ilerlemeye devam ettim. Anne Lamott’un “Cesaret, son duasını etmiş korkudur” şeklindeki sözünü sürekli kendime söyledim. Korku ve kaygımın olduğunu anlamakta, kendimden şüphe ettiğimi anlamakta çok iyiyim. Ama bu, ayaklarımı ve ruhumu ilerlemekten alıkoymuyor. Harika bir hayatın başarısızlık, kalp kırıklığı ve travmanın olmamasıyla alakalı olduğunu düşünmüyorum. Bunların hepsinin yolculuğun bir parçası olduğunu düşünüyorum. * Zor zamanlarda kendinize olan bu inanç nereden geliyor?- Nereden geldiğine dair hiçbir fikrim yok. Eminim ki hayatım sona erdiğinde, Tanrı ile tanıştığımda bana her şeyi açıklayacaktır. Dibe vurursunuz, kalp kırıklığı yaşarsınız ve sonra bir şekilde onun içinde yuvarlanıp, orada kalma seçeneğiniz var. Adamın eve döndüğü bir video izliyordum... Biraz trajikti, kızına bir şey olduğu için eve dönüyordu. Kızının başına gelenleri görmek için evine dönerken bir gözlem yaptı. Her şeyi o kadar net gördü ki, ağaçları, yol kenarındaki kuşları, suyu... Bir anda, “Vay be, her gün gittiğim bu rotayı bir anda, tamamen farklı bir gözle görmek, tıpkı bir röntgen görüşü gibi” diyordu. Bence hayatta kalbin çok kırıldığında bile böyle oluyor, o zaman hayatın kıymetini biliyorsun. Sahip olduğum her şey için minnettarım. ÖFKEMİ YENEN TEK ŞEY OYUNCULUK* Aklınızda, kariyeriniz boyunca bir kalp kırıklığı ve reddedilme anı olarak öne çıkan, sizin için gerçekten olumlu olanı görebildiğiniz ve ondan dolayı büyüdüğünüz bir an var mı?- Böyle bir şey olduğunda, bunun olumlu tarafını görmek zaman alıyor. Çünkü bu, nasıl bir hayat kuracağınızla ilgili bir şey. Bu hayattan ayrıldığımda kimin ne dediği umurumda olmayacak. Bu hayatın içinde yer kapladığınızı herkesin bilmesini istiyorsunuz. Kocam, kızım ve annem var ve bu hayatımı anlamlı kılıyor. İşiniz sizin için gerçekten önemli. Bu senin damgan. Bu senin mirasının bir parçası. Evet, reddedildiğimde bu canımı acıtıyor. İnsanların, bir rol için yeterince güzel olmadığımı söylediği durumlarda aldığım bir ret yanıtı gerçekten sinirlerimi bozuyor. Kalbimi kırıyor ve birçok nedenden dolayı beni kızdırıyor. Çoğu ırka dayalı yorumlar çünkü. Dürüst olalım, aynı özelliklere sahip olsaydım, beş ton daha açık olsaydım durum farklı olurdu. Sarı saçlarım, mavi gözlerim olsaydı şimdiki halimden birazcık daha farklı olurdum. Beni sinirlendiriyor ve kalbimi kırıyor. Herhangi bir proje ismi vermeyeceğim. Ama tam olarak, "cesaret, son duasını etmiş korkudur" sözüyle bunun üstesinden geldim. “The Help” filmi için Oscar adaylığı aldığımda düşündüm; “Şimdi ne olacak?” Aynı tür roller alıyordum. Çünkü manken olmayan koyu tenli siyah bir kadını başka nasıl oynatacaklardı? Dibe vurmuştum. Ama yine de bana kendi değerimi hatırlatan ve bu öfkeyi uzlaştırmama neden olan şeyin oyunculuk olduğunu biliyordum. * Oysa Oscar’a aday gösterildikten sonra ne isterseniz onu alabileceğinizi düşünmüştüm...- Bana çirkin siyah zenci’ diyen bir kültürün içinde büyüdüm ve beni motive eden şey, bütün bunlara “hayatımdan çık” demek oldu. Öfkemde beni motive eden tek şey, artık öfke kusmayan bir hayat yaratmaktı. Sadece bu ırkçılığı yapanlara öfke kusmak ve onlara 'canımı acıtacak hiçbir şeyin yok' demek. Bu yüzden kocamla JuVee Productions’ı OLMAK GÖRÜNMEZ OLMAKTIR* Yeni diziniz “First Lady”de Michelle Obama’yı oynuyorsunuz. Küçük kızlar ilk siyah başkanı, ilk siyah first lady’yi gördüler. İlk siyah first lady’ye, ilk siyah cumhurbaşkanına sahip olmak sizin için ne anlam ifade ediyordu?- Umut. Büyürken insanlar size her şey olabileceğinizi, her şeyi yapabileceğinizi söyler. 'Güzel olduğunu biliyorsun değil mi? Sana güzel olmadığını kim söyledi?' derler mesela... Ve sonra bakarsınız etrafınıza ama herhangi bir örnek göremezsiniz. Size güzel olduğunuzu söyleyen insanların büyük bir yüzdesi zaten size benziyordur. Bir odaya giriyorum, herkes dönüp bakıyor. İnsanlar bunu, ünlü olduğum için yaptıklarını bilmiyorlar. Yani insanlar beni görüyor. Ama insanlar benim kim olduğumu bilmediğinde, diğerleri için bu kadar görünmez olmak ilginç. Bu yüzden genç siyah kızlara, her zaman değerli ve güzel olduklarını söylüyorum. Bu kızlara, kendi kızıma da “Her şeyi berbat etsen bile, umurumda değil. Yine de buna değersin” diyorum. Bunun için bir şey yapmanıza gerek yok. Belli bir kiloda olmanıza gerek yok. Buna değersin.* Kesinlikle dünyada daha çok Viola Davis’lere ihtiyacımız var. Kariyeriniz boyunca bu bilinçli bir düşünce ve fikir miydi? Bu algıyı değiştirmek mi istediniz?- Bence oyuncu olarak yaptığın şey doğal olarak bu. Bir role adım attığınızda, onları insanlaştırmak istersiniz ve insanlar sadece tek bir şeyden ibaret değildir. Mesela sadece kızgın değiller. Yumuşak tarafları da var. Annalise Keating rolünde bile, öfkeyle birlikte kırılganlık göstermek istedim. İnsanların kadınsılığını görmesini istedim, cinselliğini değil. Doğal olarak yaptığınız şey bu, çünkü onları insanlaştırmaya çalışıyorsunuz. Bazen bu noktada kapana kısılmış gibi hissediyorum. Ama küçük Viola sürekli, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun, beni görüyor musun?” diyor. İnsanlar her zaman böyle sorular soruyor. Mesela, rollerinizi nasıl seçiyorsunuz? Neden o kadar kızgın olmayan ya da daha güzel olan rolleri seçmiyorsun? Oysa çoğu oyuncunun başka seçeneği yok. Sahip olduklarınla yetiniyorsun ve sahip olduklarım, insanlaştırmam gereken bir sürü berbat rollerdi. Bu yüzden üç boyutlu bir karakter yaratmak için oyunculuk becerilerimi kullanmak zorunda ETKİLEDİYSEM BU BANA YETER*Neyle hatırlanmak isterdiniz? Bana göre her şeyi yapabilir ve Bunu söylediğiniz için teşekkür ederim. Sadece insanların daha az yalnız hissetmelerini istiyorum. Ruhsal sağlık problemlerine de yol açan pandemiyi geride bıraktık. İnsanlarla birlikteyken bile yalnız hissetmek gerçekten berbat. Günümüzde insanlarla iletişim kurmak, kendinle bağlantı kurmak zor. Yani, eğer insanları daha az yalnız hissettirecek bir şey yapabilseydim; “Hayatım buna değmez” gibi hissedilen anlardan bahsediyorum... Bunu düşünen ve hisseden herhangi bir kişi için -kim olduğu fark etmez- bu insanlar için elimden gelen her şeyi yapardım... Çünkü bunları düşünmek bile bir insanın “insan” olduğunu kanıtlıyor. Hayatımdan etkilendiğini söyleyen çok fazla insanlarla karşılaşıyorum. Bu, benim için çok şey ifade ediyor. Bunu başardıysam, iyi olduğumu düşünüyorum. Bununla beraber iyi oluyorsam, ayrıca bir ödüle ihtiyacım olduğunu BAŞROLLERDE KOYU TENLİ KADIN YOK* JuVee Production ile Shonda Rhimes tarafından yaratılan “How to Get Away with Murder” dizisi, bu tarz rollerde daha önce görülmemiş bir değişiklik yarattı mı? Siyahi kadın rolü için alan yaratıyorsunuz...- Bir odaya girdiğimde herkes “Viola Davis!” diyor. Ben, “O kim” diyorum. Hâlâ televizyonda başrollerde çok fazla koyu tenli kadın görmüyorum. Bir siyahi kadın odaya girdiğinde işe alınmıyor, onun için alan ve hikâye yaratılıyor. Kadın koşullara rağmen değişmiyor, koşullar nedeniyle gelişiyor. Yani, bunu görüyorum. Sadece belirli türler ve belirli hikâye anlatımı var bizim için. Mesela, oğlu arabadan ateş edilerek ölen bir çete üyesinin annesini oynamak istesem, bunu yapabilirim. Ama 56 yaşında, Nice’e uçarak ve beş erkekle yatarak, benim gibi görünerek kendini yeniden var etmek isteyen bir kadın rolünü alamam. Viola Davis olsam bile! İnsanlar siyahi ırkı, ruhsal uyanış ve cinsellikle bağdaştıramıyorlar hâlâ çünkü...
Silinen konu bu; Burayı hep okuyordum çok mantıklı, ışık tutan, güç veren yorumlar görüyordum. Kendi içinde bulunduğum çıkmazı anlatma ihtiyacı hissettim çünkü paylaşabildiğim tek bir kişi yok, kendimden utandığım için. 25 yaşındayım üniversite son sınıf öğrencisiyim, burada kendimden 11 yaş büyük biriyle tanıştım. Annemle babamın ayrı olmasından mı abimin ölümünün etkisinden mi bilmiyorum yanımda bir erkeğin oluşu, merhameti, sahiplenici duruşu, onunla her şeyi paylaşabilmek çok iyi geldi bana. Başlarda ilişkimizin adını tam koymaktan çekindi gibime gelmişti ama koydu. Tek yaşıyordu. Gece gündüz beraberdik, birlikte şehir dışına çıktık, kuzenleri ve amcalarıyla, iş arkla tanıştık, ben anneme ve babama kendisinden bahsettim ve bu duruma çok sevindi, ne zaman ailem arasa onunla olduğumu söyledim, çok gece birlikte sabahladık. Telefonu, sosyal hesabı hep elimdeydi. Benimle birlikte paylaşım yapıyordu? Sonra bir gün beni yemeğe çıkardı ve çok normal bir şeyden bahseder gibi evli olduğunu, 2 küçük kızı olduğunu söyledi. Ben inanamadım. 7 ay çünkü nasıl hiçbir şey sezmem? Nasıl çevresiyle tanıştırdı? Nasıl eve gitmedi aylarca? Bi arama bir mesaj bile görmedim? Gerçekten inanamadım çünkü evli bir adam yaşantısına, çocuk sorumluluğuna sahip biri nasıl böyl yaşayabilirdi? O an sinir krizi geçirdiğimi, ona tokatlar attığımı, yüzüne tükürdüğümü, öfkeden kendimi kaybettiğimi hatırlıyorum. Kendime geldiğimde acildeydik. Serum bitince arabaya oturup sakinlikle konuştuk. Bunu bana neden yaptığını, eşine neden yaptığını vs sordum. Sessizce ağladık. Eşi için suçlu hissettiğini ama bana olan duygularından vazgeçemediğini ve beni kaybetmek istemediğini söyledi. Benimse hissettiğim tek şey öfke. İki kadına, iki çocuğa yaptığı bencilliğin bana göre affı yok. Bu arabadan ineceğim ve seni tanımamış olacağım eğer bana ulaşmaya çalışırsan en ufak bi adım dahi atarsan her şeyi, tanıştığım akrabalarınız dahil eşin anında bilir, ona göre hareket et dedim ve indim. İlk iş anneme ve babama durumu anlattım. Çok öfkelendiler. Tam final haftamda okula gidemedim. Vize notlarım, 1 yılım boşa gitmiş oldu. Yemekten uykudan kesildim. Annem 12 saatlik yoldan geldi beni toparlamak için. Bu arada da bana başka numaralardan tabiki ulaştı. Gittiğimiz yerden resimler, dinlediğimiz müzikler gibi mesaj girişimleri oldu cevapsız bırakıp direk engelledim. Kuzeni amcası oturup konuşmak için çok ısrarcı oldu. Konuştuk ve ilk defa onu böyle gördüklerini, aşık olduğu için bir şey yapamadıklarını, çok akıl verdiklerini ama onun dinlemediğini söylediler. Benden özür dilediler. Durumu çok kötü, kendine zarar vermesinden korkuyoruz eşi de her şeyi farkında dediler. Evini benimle tanıştıktan sonra eşyalı kiralık tutmuş. Ben bu sırada enfeksiyon kapmışım 10 gün hastanede yapttım. Güvenlik refakatçi sokmasın odamıza diye de rica ettik. İkinci gün hastaneyi ayağa kaldırdı, korktuk. sakinleşmesi için görüş odasına inip onunla yüz yüze geldim. Bana sarılıp ağlamaya başladı. Elleri ayakları titriyor yüzünü ellerinin arasına alıp iyi misin diye soruyor falan. Annem daha fazla üzülmemem için müdahale etmemiş. O gidince annemde hastaneden çıktı. İş yerine gidip tüm her yeri dağıtmış. Ona vurmuş. Yan iş sahiplerine gidip bu adam öğrenci kızlarımıza göz koyuyor, bu şerefsizden bacılarınızı koruyun, ırz düşmanı diye tek tek hepsine girip konuşmuş. Gurur duydum. Hastaneden çıkınca annem beni memlekete getirdi ama mazeret sınavı hakkım için geri geldim. Dönemim uzamasın umuduyla. Yine bana ulaşmaya çalıştı ve onu çok özlediğimi fark ettim. Kendime böyle bir şeye izin vermemek için, gerçek yüzünü asıl şimdi gör karısı öğrenince sesi kesilir, geri çekilir, daha da pısar diyerekten operatörden numara sorgulayıp eşine yazdım. Fotoraflar, mesajlar, tanıştığım akrabaları hepsini anlattım. Kim bilir ben neler duyacağım şimdi diye düşündüm sanki beklediğim andı. Bu arada kadın çok güzel, bakımlı, nazik biri. Bana teşekkür edip o anlatmaya başladı. Meğer ilk günden beri farkındaymış her gece camda oturup onu bekliyormuş, 7 aydır onunla aynı yatakta hiç uyumamış, yıldönümlerinde kadın birlikte olmak istemiş ama o reddetmiş, bir kez oturup evde kahvaltı etmemiş, anahtarı yakalamış, benimle telefonda konuşurken şahit olmuş, sabah 5te kime gidiyosun diye arkasından ağlamış yine de o bana gelmiş. Beni seninle aldattı ama seni benimle aldatmadı eli elime bile depmedi dedi. Bi gece uyurken bi kadın ismi söylediğini duymuş. Benim ismimi. Bu ayrı olduğumuz zamana geliyor. Kadında dayanamayıp annesinin evine geçmiş. Sonra oturup konuşalım bi diye tekif etmiş o ise avukat numarası atmış boşanma işlemleri için. Bunları duyunca ben neden bilmiyorum daha çok yıkıldım. Sanki ona seviyor gibi davransa, beni inkar etse daha çok kolaylaşıcaktı benim için ondan nefret etmek, sevmeden hayatıma devam etmek. O ise bana ulaşma yollarında ve eşiyse çok üzgün. Benim veremediğim neyi verdin ne yaptın nasıl davrandında bu adamın gözü kö oldu, bizi yok saydı bu duruma geldi diyor. İçim cayır cayır yanıyor. Ne hissettiğimi neyin içine düştüğümü bilmiyorum. Okulu bırakıp gidesim geliyor 1 yıl belkide 2 yıl uzadı. Sağlık durumum o kadar kötü ki bi türlü toparlayamadım. Dışarı çıkıyorum ya karşılaşırsam korkusu. Bir yandan da içten içe kendime kızdığım bazı duygular.. Böyle bir şeyin içinden nasıl sağlıklı çıkarım nasıl mental olarak normale dönebilirim bilmiyorum, sınavına giremediğim derslerden 3ünü kurtarmak için yaz okulundayım. Annem okulu bırakıp gitmediğim için beni sildi. 2 aydır hiç görüşmüyoruz maddi manevi elini benden çekti çok yalnız hissediyorum yurtta odada tek kalıyorum. Onlarsa hala ayrılar ve hala 5 dakika beni görebilmek için uzaktanda olsa her fırsatı değerlendiriyor. Nasıl kendime mukayet olabilirim/ kendime set çekebilirim önerileriniz neler?
çünkü bu benim ilk hayatım