Rept No: 602; Kahramanmaraş Türküleri ve Oyun Havaları, Hazırlayanlar: Duran Boz ve Hatice Fatoş Derebent, Kahramanmaraş Belediyesi, Temmuz - 2012, Ankara, s.73. Notası Evren Seçkal tarafından gönderilen bu türkü 24,267 defa görüntülenmiştir. «Güzel Ne Güzel Olmuşsun» isimli türküye ait söz kaydı bulunmaktadır. Fikret Kızılok - 1970 - Söyle Sazım, Güzel Ne Güzel Olmuşsun. 5 views. Skip to first unread message Güzel ne güzel olmuşsun, Görülmeyi görülmeyi 17. yüzyılda yaşayan Karacaoğlan doğduğu yer hakkında birçok rivayet var ama en ağır basan rivayet Osmaniye ili Düziçi ilçesi Farsak köyü. Aşk ve doğa üzerine şiir yazan Karacaoğlan, şiirlerinde gurbeti, ayrılığı, ölümü, özlemi konu edinmekte. 202005-04 16:17:00 GÜZEL, NE GÜZEL OLMUŞSUN Son yıllarda teknolojinin gelişmesiyle artan estetik operasyonlar, yerini sağlıklı yaşam metodlarına bırakmaya başladı. 2020-03-31 12:01:00 Kadınlar ve Fatımalar Üzerine Kapı çaldı. Kısa süre sonra kendisine ait Söyle Sazım ve Karacaoğlan’dan bestelediği Güzel Ne Güzel Olmuşsun şarkılarıyla bir 45’lik daha çıkarttı. Listelerde ilk sıralara yerleşen plak, Barış Manço’nun Dağlar Dağlar şarkısını dahi arkasında bırakmayı başardı. Fast Money. Güzel, ne güzel olmuşsun Görülmeyi, görülmeyi Siyah zülfün halkalanmış Örülmeyi örülmeyi Bahçende gülün güllenmiş Şeyda bülbülün dillenmiş Koynunda memen kirlenmiş Emilmeyi emilmeyi Mendilin yudum, arıttım Gülün dalında kuruttum İsmin ne idi unuttum Sorulmayı sorulmayı Seğirttim ardından yettim Eğildim yüzünden öptüm Adın bilirdim unuttum Çağırmayı çağırmayı Benim yârim bana küsmüş Zülfünü gerdana dökmüş Muhabbeti benden kesmiş Sevilmeyi sevilmeyi Çağır Karacaoğlan çağır Taş düştüğü yerde ağır Yiğit sevdiğinden soğur Sarılmayı sarılmayı Gülay Neşet Ertaş Zeynep Bakşi Karatağ Fikret Kızılok Oğuz Aksaç Özge Çam & Cem Doğan – Düet Kıyamadığım Gözlerim Denizde » 27 EYLÜL 2021 , PAZARTESİ 0900Papatyaların her hâli güzel. Ruhuna denk düşen bir mevsim gibi gelip yerleşiyor pencerenin yalnız bir kuşa benzetiyorum. Yolunu bulamayan ve bir an önce her yerin aydınlanmasını bekleyen ürpertili bir korku hâline biraz da. Karanlıkta yürümenin verdiği korku hâlinin bir mezarlıktan geçerken yaşadığımla aynı olmasına bileşenlerini aynı çizginin üstünde toplayarak attığım her adımın beni götüreceği yeri bilmemek gibisi yok. Bilmek ve bilmemek arasında kalışlarımı seviyorum. Aslında insan bildiğini sandığı şeyleri bilmediğini öğrenmekle geçiriyor ömrünü. Ya da öğrenemeden bitiyor hayat. Her şey bitiyor, ömrün de biteceğini hepimiz biliyoruz ama tecahül-i arif yapmayı tercih ediyoruz. Cümlenin tam da burasında bir edebî sanat oldukça havalı durdu. Tecahül-i arif. Sanat her yerde güzel durur. Sanatkârca bakınca, hayat daha bir anlamlı bakıyor insanın yüzüne. Bir dağın yamacından şehre bakmak gibi bir şey oluyor yaşamak. Bir güzellik yap. En çok da kendini koy yolun en zamanlarda kendimi Muallim Naci gibi hissediyorum. Sanat için "güzel" kavramını kullanıyor Naci. "Edebiyat güzel sözlerdir diyebiliriz. Ama güzel nedir? suâline pek kolay cevap veremeyiz." diyor Mecmua-i Muallim'de. Tolstoy'un sanata ve güzele bakışına hayran oluyor insan; "İnsan güzel olabilir, at, ev güzel olabilir, bir manzara, bir hareket güzel olabilir; ama davranış, düşünce, karakter, müzik... eğer beğenmişsek iyidir, hoştur; beğenmemişsek iyi değildir, hoş ancakgöze hoş gelen, görüp de beğenilen şeyler için kullanılır." Tolstoy'un bu cümlesini okuduktan sonra bir şeye "güzel" derken içimin sesine kulak veriyorum. Son zamanlarda dikkat ettim de çoğu şeyi "güzel" diye tanımlıyorum. Geçiştiriyorum diyeceğim de o ifade oldukça hafif kaçar diye geçti içimden. Güzel demek güzeldir nihayetinde. Naci'nin güzeli gibi bir muamma bu; Tolstoy'unki kadar kesin. Güzel de neye göre kime göre... "Ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca" durumu mu yoksa; "Güzel ne güzel olmuşsun görülmeyi görülmeyi" içlenmesi mi? Dağları aşıp da karşıma çıkan yemyeşil bir ovaya;"güzel" demek beni huzurlu kılıyor. Karşımdaki sonsuz sanat eserinin hiçbir tarifi yok. Bakacaksın, göreceksin ve hayret makamında hüznünü kendine eş tutacaksın. Sevinçle hüzün öyle bir hâldir ki birbirini her şeyiyle tamamlar. Sevinmek hüznün öz kardeşidir. Rahat bir nefes alıp da her şeyin yolunda gittiğini görmek nasıl hafifletirse seni, içinin bir köşesinde kıvrılıp yatan hüzün ordusu da hazır kıta bir şekilde bekler gibi bir tedirginlik hiç bırakmaz aşıp da karşıma çıkan yemyeşil bir ovaya;"güzel" demek beni huzurlu tarifin kimseye uymaz, sen kimsenin kimsesizi olarak yaşamaya devam edersin. Evveliyatını bildiğim bir şey şu yaşamak denen yankı. Sesime ses, yüzüme bir ayna, sesime yankı gerek. Çam kokusunu ilk defa içimde hissetmiştim. Önceden sadece evin penceresinden görünen bir kule gibiydi çam ağaçları. Yan yana sıralanmış binlerce kule. Küçüktüm ve çıktığımız dağın her yokuşu biraz daha açmıştı nefesimi. Yerdeki çalı çırpının sesine karışan kuş sesleri arasında çıktık da çıktık. Patikadaydık ve her şey bir masal sayfası kadar gizemli ve sessizdi. Sadece uzaklardan gelen kuşların sesi vardı. Çıktık ve sonunda bir düzlüğe ulaştık. Güzel dediğim bir yeşillik karşıladı beni. Sanki dağın tepesine bir futbol sahası kondurmuşlardı. Yeni bir yer keşfetmiş olmanın sevinciyle yuvarlanıp durdum çimenlerin üstünde. Koştum, nefesim daralana kadar koştum. Dinlendim, tekrar koştum. Ne kadar gitsem de bitmeyecek gibiydi yeşillik ama az sonra birden bire son buldu her küçük taşlar, sonra büyük daha büyük taşlar. Oradan da geçtik. Az ilerisini gördüğümde birden bire gerisin geri kaçtığımı hatırlıyorum. Sanki dipsiz bir kuyu gibi uçurum vardı önümüzde. Boşluğun tam karşısında duvar gibi bir dağ. Kayalar gerilmiş önümüze. "Şu karşıma göğüs geren taş bağırlı dağlar mısın?" Bir taş aldım, attım, uzun bir sessizlikten sonra tık tık tııkkkk diye bir sesle taş yere düştü. "Düştü!" diye bağırdım. "Düştüüü, düştüü, düştü, düşt.." diye bir ses geldi karşıdan. "Duydun mu!" diye bağırdım, yine geldi ses; " duydun muuuu, duydun muu, duydun mu..." Biz bağırdık karşıdan cevap geldi. En son; "Güzel!" dedim. "Güzeelll, güzeell, güzel..." diye karşılık verdi dağ. Geceyi; yalnız bir kuşa benzetiyorum. Yolunu bulamayan ve bir an önce her yerin aydınlanmasını bekleyen ürpertili bir korku hâline biraz da. Karanlıkta yürümenin verdiği korku hâlinin bir mezarlıktan geçerken yaşadığımla aynı olmasına şaşırmıyorum. Gece, korku, mezarlık, uzaklardan gelen bir baykuşun sesi, kederli vakitler gibi iç geçirdiğim hayat, bir anda arkadan sırtıma dokunacak bir el, mezarlıkta çınlayan bir baykuş, ağaçların arkasında beliren bir gölge, hızlanan ayak sesim, hızlanan nefesim, omzuma değdi değecek bir el, sanki dokunan bir el, ne yapacağımı bilemez hâlde yavaşça arkaya dönüşüm ve sırtımda zıplayıp duran tam kenarında, hafiften güneş alan köşede öylece bekliyor papatyalar. Sen kendi manzarana kavuştun, ben bir rüzgârı aldım bıraktım papatyaların kalbine, kurumuş bile olsalar beklemek en çok da onlara yakışıyor. Papatyaların her hâli güzel. İnsana iyi olan şeyleri hatırlatıyor. Ruhuna denk düşen bir mevsim gibi gelip yerleşiyor pencerenin kenarına. Dağıtıyor bulutları. Bir dağın yamacından şehre bakmak gibi bir şey oluyor yaşamak. Bir güzellik yap. En çok da kendini koy yolun en başına. Ne Güzel Olmuşsun Fikret Kızılok sözleri Fikret Kızılok tarafından Gün Ola Devran Döne albümünde söylenen Güzel Ne Güzel Olmuşsun adlı şarkının arıyorum Bulmamacasına ݞarkılarda Kutuplarda Dört yapraklı yoncada Orada Burada Onu arıyorum bulmamacasına Onu arıyorum Yangında Kar altında El yordam Dört duvar Bulmamacasına Ezan sesinde Seher yelinde Bilinmedik yerlerde To be de Or not to be 'de Onu arıyorum ݞekspirde Tibet'te/Çin'de ݞemsin güneşinde! Onu arıyorum Bulmamacasına Ama korkuyorum Yaprağı yetmezliğinde takvimin Duracağından kalbimin... Siyah yaseminin En soğuk akşamında ݝlk düşen şebnemde Onu arıyorum Yastığımda/tenimde Sen/işte karşımda Yabancı/... Zaman kertesini şaşmış da ݞaşırmış Zaman karşımızda Ellerim kalçalarında Seni/ Tam bulmuşken Onu arıyorum Yorgun argın Bulmamacasına Ne Güzel Olmuşsun Karacaoğlan sözleri Karacaoğlan tarafından albümünde söylenen Güzel Ne Güzel Olmuşsun adlı şarkının ne güzel olmuşsun Görülmeyi görülmeyi Siyah zülfün tel tel olmuş Örülmeyi örülmeyi Bahçende gülün güllenmiş Şeyda bülbülün dilenmiş Koynunda memem kirlenmiş Emilmeyi emilmeyi Mendili yudum anttım Gülü dalında kuruttum Adın neyidi unuttum Sorulmayı sorulmayı Seğirttim ardından yettim Eğildim yüzünden öptüm Adın bilirdim unuttum Çağırmayı çağırmayı Benim yarim bana küsmüş Zülfünü gerdana dökmüş Muhabbeti benden kesmiş Sevilmeyi sevilmeyi Çağır Karac'oğlan çağır Taş düştüğü yerde ağır Yiğit sevdiğinden soğur Sarılmayı sarılmayı Ne Güzel Olmuşsun Kenan Çallı sözleri Kenan Çallı tarafından albümünde söylenen Güzel Ne Güzel Olmuşsun adlı şarkının ne güzel olmuşsun Görülmeyi görülmeyi Siyah zülfün tel tel olmuş Örülmeyi örülmeyi Bahçende gülün güllenmiş Şeyda bülbülün dillenmiş Koynunda memen kirlenmiş Emilmeyi emilmeyi Mendili yudum arıttım Gülün dalında kuruttum Adın neyidi unuttum Sorulmayı sorulmayı Seyirttim ardından yettim Eğildim yüzünden öptüm Adın neyidi unuttum Çağırmayı çağırmayı Benim yarim bana küsmüş Zülfünü gerdana dökmüş Muhabbeti benden kesmiş Sevilmeyi sevilmeyi Çağır Karacaoğlan çağır Taş düştüğü yerde ağır Yiğit sevdiğinden soğur Sarılmayı sarılmayı Ne Güzel Olmuşsun Orhan Hakalmaz sözleri Orhan Hakalmaz tarafından albümünde söylenen Güzel Ne Güzel Olmuşsun adlı şarkının ne güzel olmuşsun Görülmeyi görülmeyi Siyah zülfün halkalanmış aman aman Örülmeyi örülmeyi Mendili yudum arıttım Gülün dalında kuruttum Adın ne idi unuttum aman aman Sorulmayı sorulmayı Çağır Karac'oğlan çağır Taş düştüğü yerde ağır Yiğit sevdiğinden soğur aman aman Sarılmayı sarılmayı Ne Güzel Olmuşsun Hakan Taşıyan sözleri Hakan Taşıyan tarafından albümünde söylenen Güzel Ne Güzel Olmuşsun adlı şarkının ne güzel olmuşsun Görülmeyi görülmeyi Siyah zülfün halkalanmış Örülmeyi örülmeyi Benim yarim bana küsmüş Gayri sözün benden kesmiş Zülüflerin göze dökmüş Sevilmeyi sevilmeyi Seyirttim ardından gittim Eğildim yüzünden öptüm Adın bilirdim unuttum Çağırmayı çağırmayı Güzel ne güzel olmuşsun Görülmeyi görülmeyi Siyah zülfün halkalanmış Örülmeyi örülmeyi Ne Güzel Olmuşsun Erensoy Akkaya sözleri Erensoy Akkaya tarafından albümünde söylenen Güzel Ne Güzel Olmuşsun adlı şarkının ne güzel olmuşsun, Görülmeyi görülmeyi, Siyah zülfün halkalanmış…aman aman Örülmeyi örülmeyi. Mendilim yuğdum arıttım, Gülün dalında kuruttum, Adin ne idi unuttum…aman aman Sorulmayı sorulmayı.. Seğirttim ardından yettim, Eğildim yüzünden öptüm, Adın bilirdim unuttum…aman aman Çağırmayı çağırmayı. Benim yarim bana küsmüş, Zülfünü gerdana dökmüş, Muhabbeti benden kesmiş…aman aman Sevilmeyi sevilmeyi. Çağır karacaoğlan çağır, Taş düştüğü yerde ağır, Yiğit sevdiğinden soğur…aman aman Sarılmayı sarılmayı Güzel Ne Güzel Olmuşsun Do Re Mi Notaları Fa sol la la la sol fa sol mi Güzel Ne Güzel Olmuşsun, Fa sol la la la fa sol fa sol mi mi Görülmeyi Görülmeyi, Fa sol la la sol fa sol fa – mi fa mi re mi re mi re – re re re do – mi re re si do si do si Siyah Zülfün Halkalanmış…Aman Aman Do si do do si si do si do si – si la si la la la la la Örülmeyi Örülmeyi. Güzel Ne Güzel Olmuşsun Sözleri Güzel Ne Güzel Olmuşsun, Görülmeyi Görülmeyi, Siyah Zülfün Halkalanmış…Aman Aman Örülmeyi Örülmeyi. Mendilim Yuğdum Arıttım, Gülün Dalında Kuruttum, Adin Ne İdi Unuttum…Aman Aman Sorulmayı Sorulmayı.. Seğirttim Ardından Yettim, Eğildim Yüzünden Öptüm, Adın Bilirdim Unuttum…Aman Aman Çağırmayı Çağırmayı. Benim Yarim Bana Küsmüş, Zülfünü Gerdana Dökmüş, Muhabbeti Benden Kesmiş…Aman Aman Sevilmeyi Sevilmeyi. Çağır Karacaoğlan Çağır, Taş Düştüğü Yerde Ağır, Yiğit Sevdiğinden Soğur…Aman Aman Sarılmayı Sarılmayı. Anasayfa  TOPLUM  Güzel, ne güzel olmuşsun! — 2154 yayınlandı Gördün mü, aydınlığı karanlığa tercih ederek güzelliği nerede arayacağımı sınırladım. “Sınırladığımı varsaydım” desek daha doğru olur ve güzelliği arayacağım alanı sınırlamam, diğer ihtimâllerin güzelliğini yok etmez. Gazalî’nin de dediği gibi, “İki şey vardır ki onlar için sınır yoktur; biri cemâl, diğeri ise beyân”… SON yıllarda teknolojinin gelişmesiyle artan estetik operasyonlar, yerini sağlıklı yaşam metodlarına bırakmaya başladı. O kadar çok yöntem var ki insanlar hangi yöntemi uygulayacağını şaşırıyor. Açıkçası hanımlar olarak biraz sevinçliyiz; çünkü ideal beden düşüncesine farklı yöntemlerle ulaşılması bile bizi bir parça özgür kılıyor. En azından yöntemimizi kendimiz belirleyebiliyor ve her dönemde değişen beslenme politikalarına fazla taviz vermiyoruz. Ancak bu durum estetik operasyonları azaltmıyor; aksine doğal yöntemlerle paralel uygulamalar geliştirilmesi insanları estetik operasyonlara daha çok teşvik ediyor. Doğal ve sağlıklı yöntemler ile teknolojik yöntemler arasında sık sık gidip geldiğimiz oluyor. Başka bir deyişle, kusursuzluğa olan özlemimiz ile sonsuzluğa olan özlemimiz uluorta kapışıyor. Aslında onlar hep kapışıyor. Sanırım tam da bu yüzden bazı gerçekleri kabul etmek gerekiyor Ne kadar sağlıksız olursa olsun, “estetik” olarak tasvir edilen her şey bizde bir şekilde pozitif refleks oluşturduğu için aklımıza ilk olarak güzellik olgusu geliyor ve güzele teşne benliğimizin bazı güzellik tercihleri var. Peki, güzel nedir? Nerede bulunur? Varoluşsal bir özellik midir? Yoksa kalıtsal mı? Sonradan kazanılır mı? Manavdan satın alabilir miyiz? Güzellik ayva mıdır? Evet, güzellik ayvadır; ancak hormonlu mu, hormonsuz mu olduğu konusu tartışmalıdır ve bence hormonlu olduğunda, işin içine insan müdahalesi girdiğinden güzelliği bir parça azalır. Faydası da! Hey, faydacı William, beni hatırladın mı? Öncelikle belirtmek isterim ki, güzel olduğu iddiasıyla reklâmı yapılan, müdahaleye uğrayan, değişim geçiren herhangi bir varlık gerçekten güzel olsa bile -ki buradaki gerçekliğin dahi zâhirî mi, bâtınî mi olduğu tartışmalıdır- güzelliğinden bir parça eksilmiştir. Bu benim yargım, belki de önyargımdır. Ancak bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, yeryüzünde “altın oran” diye bir şey sahiden vardır. O hâlde göze hoş gelen şeylerin bu orana yaklaştığı ölçüde güzel olduğu savını ileri sürebilir miyiz? Gönle hoş gelen şeylerden vazgeçebilir miyiz? İlhan Şeşen’in bir şarkısı var “Aylar geçti, yıllar geçti, benden geçti, aşkolsun./ Renkler soldu, gün kayboldu, akşam oldu, sen yoksun!” Dur İlhan Bey, nereden çıktın şimdi? Sen ellerinde çiçeklerle kapıda biraz daha bekle, işimiz var ayol! Hem sen de böyle güzelsin be! Acaba senin sesinde de altın tozu mu var? Ondan mı arada çıkardığın hışırtılar?Altın oran; matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği düşünülen geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır. En çok da sanatta ve mimaride kullanılmıştır. İtalyan matematikçi Leonardo Fibonacci’nin bulduğu sayı dizininin en birincil örneğinin insan vücûdu olduğu ve hattâ Leonardo da Vinci’nin bunu kanıtlayan çalışmasını 1492’de tamamladığı düşünülüyor. Aynı oranın ayçiçekte, insan yüzünde ve Picasso resimlerinde olduğu da anlaşılmış. Piramitler ve Mimar Sinan’ın pek çok eserinin mükemmel görüntüsünün altında da altın oran mucizesinin yattığı defalarca tekrar edildi. Görüldüğü üzere altın oran mimaride çok etkili; fakat vazgeçilmez değil. Ernst Neufert, Weimar Devlet İnşaat Yüksekokulu’nda verdiği derslerden derlediği kitabının öndeyişinde, “Ebedî olma öğretisinin temeli, gelişimin hizmetçisinin bitmiş tarifler, kutucuklarda hazır bilgelikler, konservelenmiş bilgelikten ziyâde; yapıtaşları elemanlar, köşeler ve bunlarla beraber birleştirmenin, inşâ etmenin, şekil vermenin ve nihâyet uyum yöntemlerini sunmasına dayanır” diyor. Hattâ Nietzsche’den alıntı yaparak, “Ancak kendisini geliştiren benimle ilişkisini sürdürür” savından hareketle, öğrencilerine tinsel tavrı kazandırmayı hedeflemiş. Dolayısıyla yapı tasarımını anlattığı kitabında köşeleri ya da kenarları vermeyi taahhüt ederken gerçek bir öğretmen gibi köşeleri ve kenarları birleştirmeyi öğrencisine bırakacağını ifade ediyor. Çünkü o, doğuştan mimar olan kişilerin kendi dünyasında tasavvur etmek isteyeceği onlarca ideal olduğunu, bu kişilerin renkleri ve malzemeleri kullanarak çaba harcamaya özlem duyduğunu ve inşâ etmenin, kişinin kendisine has bir özelliği olduğunu düşünüyor. Buradan hareketle, güzellik duygusunun yaratılıştan geldiğini söyleyebiliriz. Zira Ebedî Olan’ın altın oranı sağlayan bir “Âdem” yaratmasından daha doğal ne olabilir ki? Tam burada aklıma bir soru takılıyor Mısır piramitlerinin de, Mimar Sinan eserlerinin de altın oranı sağladığı tespit edildiği hâlde, neden insanlar birini uzaylıların kondurduğunu düşünüp işin içinden sıyrılırken, bir diğerini muhteşem insan zekâsına atfederek hiç tereddüt etmiyor? Acaba güzellik yaratılıştan geldiği kadar, yaşayıştan etkileniyor olabilir mi? Altın oranı sağladığı hâlde ayçekirdeği sevmeyen biri için ayçiçek ne kadar anlamsızsa, Picasso eserleri hakkında bilgi sahibi olmayan biri için de onun eserleri o kadar anlamsız ve Picasso, nasıl ünlü olduğu anlaşılmayan abuk bir ressamdan ibaret. Demek ki, güzelliğin kendisi ile güzellik algımız arasında ciddî bir fark var. Demek ki güzel olması için altın oranı yakalaması gerektiğini düşündüğümüz her varlık -canlı yahut cansız olsun-, güzellik anlayışımızla örtüştüğü ölçüde güzel. Yoksa her bakımdan altın oranı tutturan bir insanın sıfatında gördüğüm iblisi nasıl açıklarım?Her ne kadar insanı hayvandan ayıran temel özelliğinin akletmek olduğu iddia edilse de insanın yaratılıştan gelen tek özelliği düşünmek değil. Güzellik, inanç ve estetik gibi bazı yüksek duygular da doğada insana özgülenmiş durumda. Dolayısıyla güzellik karşısında verdiğimiz tepkiler de kendiliğinden oluşan reflekslerimizle açıklanabilir. Bu yüzden bazen bir çiçek, bazen de günbatımı tarafımızca fotoğraflanıp Instagram’da sergileniyor. İşbu fotoğrafın bir sanat eseri olmadığının elbette hepimiz farkındayız; ancak çiçeğin ya da günbatımının kendisinden kaynaklanan ve sanattan da ileri gelen bu güzellik hissiyatından ve diğer insanlarda oluşturacağı güzel duygulardan şüphemiz yok demek. Platon, Hegel ve Heidegger, güzelliği ide ile birleştirmiş. İde; kendiliğinden var olan, duyularla değil ruhsal olarak, anımsama yoluyla kavranabilen ya da duyularla yalnızca görüngüleri algılanabilen asıl gerçeklik. İdeyi, dolaylı yoldan güzelliği hakikatle özdeşleştirmişler. Demek gerçek olduğunca güzel, güzel olduğunca gerçek olduğunda estetikten bahsedebiliriz. Buna ilişkin üçünden de onlarca güzel alıntı yapabilirim. Fakat o zaman güzel olmaz. Sıkıcı ve teknik olur. Bir solukta hap gibi yutulabilecek şeyler söylemezsem, beğeni alamam. Bu yüzden daha nokta atışı hareketlerle ilerleyerek herkesi tüketen topluma tüketsin diye çığlıklarımın yalnızca en tiz sesini sunmalıyım ki en azından bir süre daha varolabileyim. Ne dersin? Zira sözcüklerim kıskanç bir mahlûka maruz kalırsa, “Bu da kendini bir şey zannediyor be!” diyerek gönlümü incitebilir. Peki, bu güzel olur mu? Hemen “Olmaz” deme! Yıkımdan beslenen kimseler için gayet de güzel bir sonuç olur. Çünkü güzellik, aslında fıtrî olduğu kadar ırsîdir; ancak yine de bazı güzelliklerin sonradan öğrenildiğini söylemek mümkün. Güzellik her daim bulunduğu çağdan, kitlesel faaliyetlerden, eğitimden ve hattâ tercihlerden etkilenir. Hattâ bu yüzden zaman zaman gelişirken zaman zaman da körelir. Ancak bizim karanlık tarafla pek de işimiz yok. Gördün mü, aydınlığı karanlığa tercih ederek güzelliği nerede arayacağımı sınırladım. “Sınırladığımı varsaydım” desek daha doğru olur ve güzelliği arayacağım alanı sınırlamam, diğer ihtimâllerin güzelliğini yok etmez. Gazalî’nin de dediği gibi, “İki şey vardır ki onlar için sınır yoktur; biri cemâl, diğeri ise beyân”… A! Altın oranı tutturan bir yüzde “Lucifer” görmeme sebep teşkil eden şeyi buldum mu acaba? -Geldim İlhan Bey geldim. Çiçekler duruyor mu?

güzel ne güzel olmuşsun hikayesi